Et Si Tu N'Existais Pas

Sevgili arkadaşlar, uzun sayılabilecek bir süredir, dilimin döndüğünce size sevdiğim şarkıların çevrilerini yazıyorum.

Bugün de bu adeti bozmadan size oldukça güzel ve oldukça romantik bir şarkının sözlerini çevirmeye çalışacağım.

Ama şarkıya gelmeden suyu ısıtıp, dekoru hazırlayalım 😛

Bazılarınız zaten biliyorsunuz, girdisiyle, çıktısıyla yirmi bir senedir İsviçre'de yaşamaktayım. İsviçrenin yaşadığımız bölümünde ise dil olarak Fransızca konuşulmakta.

İsviçre'ye yerleşmeden önce mahdut kereler iş için gelmişliğim vardı tabi, ama iş için gelmek farklı, bir ülkede yaşamak farklı oluyor.

İş gezilerinde sağı solu gezer, lolipop bir iki turist atraksiyonunu görür, eve dönersiniz.

Dananın kuyruğu ise yabancı bir ülkede yaşamaya başladığınızda kopar.

Cenevre havaalanına indiğimde elinde ismimin yazılı olduğu bir karton olan bir limuzin şoförü karşılamıştı beni. O aralar uluslararası bir atama ciddi bir olaydı. Şu sıralar ofisi bir kattan bir başka kata taşıma gibi bir şey haline geldi, ama o ayrı mesele.

Çalıştığım şirket, kendi evimi bulana kadar iki-üç aylığına kalmam için geçici bir apartman dairesi ayarlamıştı. Şoför de beni bu daireye getirip bıraktı.

İsviçre zarifliği, hayata başlamam için her şeyi hazırlamışlardı. Trafik kurallarını anlatan bir kitapçıktan, çöp toplama ve otobüs tarifesine kadar her şey.

En önemlisi de tıka basa dolu bir buzdolabı.

Makarnalar, hazır çorbalar, konserveler, iki şişe şarap, et, sos, vesaire...

Şaraplar ilk gece tüketilse de, kalan yemekler iki hafta kadar dayandı. Sonrasında, zorla kapadığım buzdolabı kapısı içerdeki vakum yüzünden zorla açılır hale geldi.

Tembelliğimden dışarda yeme moduna geçtim, ama İsviçre'de dışarda yemek gerçekten pahalı arkadaşlar. Dört kişilik bir yemek, bir aylık ev kirası...

Sefalet artarken, restoranlardan önce McDonalds'a, sonra da sokak kebapçılarına downgrade oldum.

Sonunda pes ettim ve bir süpermarket'e gittim.

Süpermarketler bildiğimiz süpermarket, et reyonu, sebze reyonu, makarna reyonu falan.

Ama Vıy, No, Bonjur, Bonsuar'dan başka bir kelime Fransızca konuşamayan ben için gel de anla...

Et ama hangisi dana, hangisi domuz, hangisi at, hangisi devekuşu?

Hazır çorba ama kaç dakika pişirip, ne kadar su, ne kadar yağ ekliyeceksin?

Zor iş yani...

O yüzden ilk iki ay boyunca alış-verişe gittiğimde devamlı ofisten birilerini aradım, o nedir, bu nasıl pişirilir diye sordum, herkesi irite edip, bezdirdim.

Bir süre sonra bir arabam bile oldu. Her araba gibi, onun da bakım zamanı gelmişti. Aksilik, ofiste de ağlayıp yardım isteyeceğim kimse yoktu.

İş başa düştü, gittim servise.

Üç beş kelime sonrası da, hayatımın en önemli başarılarından birine imza attım.

Sular, seller gibi fransızca konuşuyordum!

Çünkü arabaya bindiğinizde gördüğünüz, kullandığınız hemen her şeyin Fransızcasını bildiğimi fark ettim. Gaz, debriyaj, şanzıman, direksiyon, fren, sinyal, far, marş, şarj, herşey Fransızcadan gelmiş anasını satayım! 😛

Ama sonrasında ne acı ki, çalıştığım bina, hayatın gerisinden izole, İngilizce konuşulan bir ortam olduğundan hiç üzerine gitmedim Fransızcanın.

Tabi ki yirmi sene uzun zaman, istemesem de ilerledi Fransızca. Ancak tembelliğimin gözü kör olsun, yüzüne bile bakmadım.

Hele karımla İsviçreye geri döndüğümüzde, iyice saldım Fransızcayı.

Zaten Latince üzerine master yapmış, profesyonel Fransızca öğretmenidir, sular seller gibi konuşur bu dili sevgili karım. Eh, yanımda ücretsiz bir tercüman olunca tabi, üç kuruşluk Fransızcamı neredeyse hiç kullanmadım bile...

Ta ki, 🐝Mezzy🐝 gelinceye kadar...

Ufak çapta okula başladı sevgili kızım, arkadaşları da var. Onu okula getirdiğimde sap gibi insanları bonjurlayıp, bir sağa, bir sola bakıp gülümsemekten, 🐝Mezzy🐝'nin arkadaşları yanında kafamı emme basma tulumba gibi sallamaktan, hafiften utanmaya başladım.

Ve Fransızca konuşmaya karar verdim.

Yukarda biraz fazlaca aşağıladım kendimi. Cidden günlük fransızcayı bayağı anlarım. Elimde Fransızcayı B1 seviyesinde konuştuğumu belgeleyen bir diplomam bile var. Ama gerçek anlamda konuşmayı beceremem, ya da denemedim desem daha doğru olacak her halde.

İşte bu makus talihimi değiştirmek için harekete geçmeye karar verdim.

Artık Jelenayla evde Fransızca konuşuyoruz.

İlk günler jö, jö, jö, dö, dö, dö, lâââââ diye kekelerken, şimdi şimdi bayağı açıldım!

Artık derdimi anlatmaya bile başladım 😛

Ancak Jelena fırsatı kaçırmadı ve öldürücü darbeyi vurdu.

"Her hafta Ingilizce bir şarkıyı çeviriyorsun. Yiyiyorsa Fransızca bir tane çevirsene!" dedi...

Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın tabi. Yapmazsam ne olayım dedim.

Yaptım da...

Ancak peşinen, çok edebi bir tercüme beklemeyin lütfen. Çok doğru da olmayabilir. Biraz Jelena, biraz Google Translate, biraz da kırık Fransızcam, yaptım birşeyler işte...

Hem Fransızca aşk dilidir, romans dilidir, şarkıları da güzeldir.

İdare edin n'olur...

İşte bütün bu ahval ve şerait içinde, gecenin şarkısı Joe Dassin'den, "Si tu n'existais pas", yani "Eğer Sen Olmasaydın..."

A bientôt...

Eğer sen olmasaydın,
Senin, umudun ve pişmanlığın olmadığı bir dünyada,
Boş boş gezmek için,
Söyle bana, ben niçin varolurdum.

Eğer sen olmasaydın,
Doğan günün renklerini,
Parmaklarımda gören
Ve gördüğüne inanamayan bir ressam gibi,
Aşkı yeniden keşfetmeye çalışırdım.

Eğer sen olmasaydın,
Hiç istemeyeceğim gibi,
Kendi boş kollarımda uyuya kalmak için,
Söyle bana, ben niçin varolurdum.

Eğer sen olmasaydın,
Gelip, geçen şu dünyada,
Sana ihtiyacı olan,
Kaybolmuş,
Hiçlerden bir başkası olurdum...

Eğer sen olmasaydın,
Ben benmiş gibi davransamda,
Bu kocaman bir yalan olur,
Söyle bana, ben nasıl varolurdum.

Eğer sen olmasaydın,
Seni yaratıp,
Sadece sana bakabilmek için,
Hayatın sırrını keşfederdim.

—————————

Et si tu n'existais pas
Dis-moi pourquoi j'existerais
Pour traîner dans un monde sans toi
Sans espoir et sans regret

Et si tu n'existais pas
J'essaierais d'inventer l'amour
Comme un peintre qui voit sous ses doigts
Naître les couleurs du jour
Et qui n'en revient pas

Et si tu n'existais pas
Dis-moi pour qui j'existerais
Des passantes endormies dans mes bras
Que je n'aimerais jamais

Et si tu n'existais pas
Je ne serais qu'un point de plus
Dans ce monde qui vient et qui va
Je me sentirais perdu
J'aurais besoin de toi

Et si tu n'existais pas
Dis-moi comment j'existerais
Je pourrais faire semblant d'être moi
Mais je ne serais pas vrai

Et si tu n'existais pas
Je crois que je l'aurais trouvé
Le secret de la vie, le pourquoi
Simplement pour te créer
Et pour te regarder


Comments

Popular posts from this blog

Bawitdaba

The Best Is Yet To Come

Drift Away